Safa Değerler Eğitimi - SADEM

EVRİM TEORİSİNE KARŞI ÜSTLENİLEN AHLAKİ MİSYON (İLK BÖLÜM)

Her şey akar hiçbir şey kalıcı değildir o yüzden aynı dereye iki kez girmek mümkün değildir. Çünkü dereye bir kez daha girdiğimde hem ben hem dere değişmiştir. (Heraklitos)

 

Evrim düşüncesi Darwin'den önce antik Yunan’dan beri süregelen bir düşüncedir. Anaximenderes, Thales den Diderot, Karl Marx, Lamarc ve Engels’e İslam dünyasında Cahız’dan Mevlana C. Rumi’ye ve İbn Haldun’a ve ismi burada anılmayan daha birçok fikir ve bilim insanları tarafından direkt veya indirekt işlenmiştir. Evrim ahlaki açıdan bir gelişim hikayesi olarak yorumlanırken yenilikçi biyologlara göre türlerin dönüşümüdür.

 

 

Evrim teorisi 1859 yılında Darwin'in tam adı "Doğal Seçilim Yoluyla Olan Türlerin Kökeni veya Yaşam Mücadelesinde Desteklenen Irkların Korunumu" olan, kısaca "Türlerin Kökeni" olarak bilinen kitabı yayınlamasıyla netleştirildi. Bu yayınla teori sonlanmadı. Sonra gelen teorisyenler problem içeren konular olan “popülasyonların sayısal genişlemesi ve genetik” gibi alanlarda bulunan hataları ve eksik bilgileri tekrar ele aldılar ve geliştirdiler.

 

Taraftarlarına göre evrimin geçerli bir teori olduğu matematiksel olarak ispatlandı. Eleştiren tarafa göre bir aminoasidin düzenli olarak bir araya gelip bir canlı türünü ortaya çıkarma olasılığı matematik olarak imkansızdır dolayısıyla tesadüfi bir tür gelişemez.

“Bilgisayar modelleriyle evrim doğrulandı” denildiği gibi “bilgisayar taraftarların verdikleri bilgileri doğrulamıştır” da denilebilir. “Elimizi değdiğimiz her türde gözledik” de denilebilir, “amaca uygun her türün dönüşümüne fosillerle ve DNA diziliminde bulunan yaklaşık değerlerle ihtimal verdik” de denilebilir.  “Anatomi, morfoloji, genetik sahalarındaki çalışmalar bir bütün olarak evrimsel süreçleri doğruluyor” da denilebilir “bulmak istediğimiz izleri oralarda gördük” de denilebilir.

 

Darwin’in iddiasının en zayıf ve en mühim yanı türlerin seçiliminin tesadüfi oluşudur. Bu iddia çamurdan olan insan atası ve peygamber Adem’in tesadüfe imkan vermeyen idealize edilmiş yaratılış haline aykırıdır. Dindar özellikleri inkar edilemeyen Cahız ve ibn Haldun’un hayvanların birbirlerinden dönüştükleri fikirleri insanın evrimiyle alakalı değildir. Mevlana ise insana gelinceye kadar gelişen aşamaları türler olarak değil gelişen akla izafe ederek değerlendirmiştir. Ona göre cevher bitkiye, bitki hayvana ve netice olarak hayvan da insan olarak onurlu bir hal almaya doğru gelişmiştir.

 

1982 yılında biyolog Ernst Mayr 5 temel nokta üzerinden Darwin'in ileri sürdüğü Evrim Teorisini özetlemiştir:

1) Evrim, bir organizmanın soy çizgisinin (soy dalı) zaman içerisinde değişimidir. 

2) Darwin, türlerin ortak atalardan farklılaşarak evrimleştiğini ve tüm türlerin tarihin derinliklerinde ortak atalarda buluştuğunu ileri sürer. Evrim Ağacı fikrini öne sürmüştür. Lamarck ise birbirinden bağımsız olarak farklılaşan soyları kabul eder. İnsan ile maymunun ortak atası 6 milyon yıl önce, insan ile papatyanın ortak atası 2,5 milyar yıl önce yaşamıştır.

 

3) Kademeli evrim anlayışı öne sürülmüştür. Evrim birbirine ulanan kademeler şeklinde oluşur, açıklanamayan sıçramalar olmaz.

 

4) Bir türün popülasyonu içerisindeki belirgin özelliklerin değişimi nesiller boyu gözleniyorsa evrimleşme var demektir. Bir nesilde gerçekleşen değişim evrimleşme değildir.

 

5) Doğal Seçilim, nesillerde ortaya çıkan farklı özellikler bazılarına avantaj bazılarına dezavantaj getirir.  Hayatta kalanlar avantajlı olanlardır ve onların özellikleri nesillere aktarılarak evrimleşme meydana gelir.

 

Teorinin değinilmesi ve işlenmesi ancak Darwinle birlikte bir hüviyet kazanmış ve sonra tartışmalar belirli bir karakteristiğe bürünmüştür. Bilimsel bir teoriden çok anlam ayrıştırmacılarının misyon yüklendikleri bir mekanizma olmuştur.

 

Henüz teori gelişim evrelerini yaşamadan insan perspektifinin geliştiği müzeye getirildi ve popüler bir buluntu olarak sergilenmeye başlandı.

Onun galipleri mağlupları, kazananları ve kaybedenleri vardı. Zıtlaşmış kutuplar, kutup çevresi ve gerisi şeklinde müzede geniş yer ayrıldı ve ilgili sergilenen galeriler çoğaltıldı.   

 

 

Galerileri gezen taraftarların önsezileri bazı anlam çağrışımlarına yoğunlaştı. Örneğin birinci yoğunluk bu teoriye haksızlık ediliyor şeklindeydi. Teori daha anlaşılmadan baskı altına alınıyordu bu manaya göre…

Mazlumlaşan teori, taraftarlarınca bilimsel kalıpların dışına taşırılarak bir yasa veya bir mutlak gerçek olarak savunuldu. Değişim ilkesi değişimin değişmezliği ilkesine evrildi.

 

Amaç acaba bilimsel bir yaklaşım ortaya koymak mıydı yoksa bir yaşam tarzı diyalektiği kurmaya çalışmak mıydı? Bir yanda gelenekselci ve kültürel dokunun öne çıktığı yaşam tarzı diğer yanda yenilikçi ve bağımsız duruş. Kültürel dokudan ve gelenekten kopan sınırları kaldıran ve daha dünyalaşan bakış tarzı. Bir nevi dünya kardeşliği ile inanç kardeşliği diyalektiği.

 

 

Burada taraftarlar açısından önemli olan safların belirlenmesi ve anlam siperlerinin kazılması ve prensipler surlarının örülmesidir. Bilim ve sanatın ön saflarında gayret edenlerin belki de düşünmedikleri felsefi ve ideolojik duruşun bilime ve sanata yansıtılmasıdır.

 

 

Geleneksel kutbun sunduğu seçenekler bugünkü akılla bakıldığında yine bilişsel zekaya hitap etmektedir bilimsel ispata değil. Gelenekler ve kültürel bağlar korunmak istenmektedir. Zıtlaşılan kutba gösterilen tepki “veryansın” etmek şeklindedir. Her iki tarafın da tezahüratlar yapan taraftarları ile yükümlülük hisseden uzman teorisyenleri iç içe geçmiştir.

 

Bilimsel teoriden bir veri sunumu teorik olarak beklenirken taraftarlar veriler karşılığında ortama alkışlar ve tezahüratlar ile egemen olmuşlardır. Zıt verilere objektif bakış kaybedilmiştir. Bu durum veri tıkanıklığına yol açmış ortaya konulanlar yeterince bilimsel koşullara bakılarak değerlendirilememiştir.

 

Geleneksel bakışın dayandığı veriler kutsal kitap uzmanlarının sunduklarıyla iç içe geçmiştir. İspat yükümlülükleri de yoktur. Bu bir inanıştır ve kutsal kitapta alanla ilgili tüm gerekli perspektifler sunulmaktadır.

 

Evrim sunumuna bakarken biyolojik unsurlardan çok ahlaki yöne eğilmek gerekir. Ahlak ise klişelerden oluşur. Yeni biyolojik bulgular ahlaki klişeleri yıkar mı? Türk asıllı Nobel ödüllü biyolog Aziz Sancar’a göre yıkmaz. Ona göre iki taraf da farklı alanlardır ve evrim tanrının olmadığı fikrini ispatlamaz.  Ahlak insan rolünün çok katmanlı açılımını dizayn eden bir düzendir. Vurgulanacak konu biyolojik varoluştan çok ortada olan figürün üstlendiği hayat rolüdür.  

 

Her iki kutbun da eğildikleri alanlar farklıdır. Birbirlerine faydaları dokunacak yönleri vardır. Birisi diğerine inanma hal ve bilgisini sunarken diğeri deneysel ve profesyonel biyolojik varlığın gelişim aşamalarını açıklamaya yardımcı olabilir. Birbirinden bağımsız yönleri ve gelişmeye müsait kabiliyetleri vardır.

 

Bazıları neden bu yönleri görmüyor? Bazıları neden çatışmalar üzerinden konuya eğilmek istiyor? Gerçek nedir, aydınlatmaya çalışmak mı, aydınlanmaya çalışmak mı, intikam almak mı, hınçları daha bir bileylemek mi, üstünlük vasıflarını idealize etmek mi?

 

Üstünlük inanmak ile mi yoksa deneysel metotlar ile mi? Üstünlük din insanları ile mi yoksa bilim insanları ile mi? Üstünlük gözle görmek ile mi görmeden mi?

Varılmak istenen nokta üstünlüğün kimde olduğunu tespit etmek mi? Üstün olan insan mı hayvan mı yoksa geleneksel iddiaların tersine üstün olan tanrı fikrine karşın insan mı?

Düşünülecek soru şu olabilirdi; üstünlük mü yoksa fazilet mi?

 

Birbirinden bağımsız gelişecek iki bakış açısı neden birbirlerine gözlerini dikmiş ve çatışmaya meyilli iki düşman gibi gardlarını alıyorlar? Bu iki bakış açısı da rakibini kendi yaşam alanında görüyor olabilir mi?

 

İlk soru ilk problemi, ilk taraftar kitlesini ve ilk perspektifi oluşturdu.

Madde mi ilk veridir yoksa biliş yeteneği mi? Madde mi yoksa mana mı başlangıçtır, başlangıç nerededir; var da mı, yokta mıdır?

 

Burada kurulan diyalektiğe hürmet gösterildiğinde anlaşılacak olan şudur; her bilişin ve her sorunun bir taraftar kitlesi mevcuttur veya oluşur. Her sununun bir izleyicisi bulunur. İlk kez Darwin teorisiyle bilgi ve ispat taraftar kitlesine sahip olmamıştır. Ve ilk kez yine Darwinle taraftar kitleleri bilginin amacını aşarak bağnazlık kriterlerini oluşturmamışlardır. 

 

Bağnazlıklar sorguya ve eleştiriye tahammül göstermezler öyle ki aksi ispatlandığı halde taraftar kitleleri çözülmezler. Bir liderin veya peygamberin yalancı olduğu anlaşıldığı ve hatta lider tarafından gittiği yol terk edildiği ve kendisi kendi iddialarını yalanladığı halde taraftarları ona olan bağlılıklarını bırakmayı reddetmişlerdir.

Bu durum insana yakışan bir haldir. Belki de gelenekselci yaklaşımın insana biçtiği rolü ortaya dökmektedir. Bir bakıma bu rol insanın taraftarlık ve takip etme fonksiyonudur. Yani kutsal kitap Kur’an’da geçtiği kadarıyla halifelik rolüdür.

 

Halife bir düzenin temsilciliği ve devam ettiriciliğidir. Yeniden bir düzen kurma hali değildir. Her insanın bu şekilde koruyucu ve muhafaza edici yeteneği bir takım perspektiflere bağlılıklarla etkin kılınmıştır. Bağnazlık da bu fikirlere bağlanan ve üstlenen insana uygundur. İnsana özgüdür hayvanlar bu durumdan muaftırlar.

 

Bilinç bilme hali ve yeteneğidir. Madde ise kendi başına var olan bilinçten bağımsız durağan parçadır. Hangisi başlangıçtır sorusu zamanla taraftarlar kazanmış veya kaybetmiş ancak varlığını sürdürmüştür. Maddenin ne olduğu yeniden ve tekrarlanarak tarif edilmiştir. Maddeye kimi zaman durağan ve bağımsız özellikler verilme güdüsüyle atom denilmiştir. Atom parçalanabilir özellik gösterdiğinde atomun alt birimleri hakim üstlenici konuma gelmişlerdir. Rolü insanlar vermeyi bırakmış prensiplere göre roller ortak aklın sermayesi olmuş ve yeni bulgular ışığında yeni isimler ve tarifler ortaya çıkmıştır.

 

Evrimci görüş başlangıcın proteinler olduğunu savunduğunda sunduğu delille yükümlülüğünü yerine getirmiş hissetmiş sonra proteinin RNA düzeniyle ortaya çıktığını görünce yüksünmemiş ve yine kendini başarılı görmüştür. Bulunan prensip bilimselliğin kriterlerini meydana getirecektir; görülebilir veya gözlenebilir ve laboratuar ortamında üretilebilir olmalıdır. Bu prensip soyut varlıkların dışlanması fikrini de savunacaktır.

 

İnsan bir konuda yanılmaya devam etmiştir; bilim son noktaya gelmemiştir. Bilgi son seviyesini bulmamıştır ve bulamayacaktır da…

 

Evrim teorisi bu kriterleri taşımakta mıdır? Evrimleşme gözlemlenmiş ve laboratuar ortamında üretilmiş midir. Her iki kritere uygun veriler şuanda incelenmektedir ve bilim adamları bu verilerin bulunduğunu söylemektedirler. Ancak çok açık değildir. henüz bir hayvan türünden bir başka hayvan türü üretilmemiştir. Ancak mutasyonlar ortaya çıkmıştır. Bu dönüşümlerin evrimleşme tezine uygunluğu netlik kazanmamıştır. Laboratuarlarda oluşturulan mutasyonların doğal tabi ortamlarda oluşması mümkün müdür, hangi şartlar altında doğal mutasyonlar mümkündür?

 

 

Problemin asıl kaynağı ise mutasyona uğrayan hücrelerin veya organların bulunuşu değildir, maksat insana dönüşen hayvanın gözlemlenmesidir. Bu durumun uygun laboratuar ortamında kabul edilir bir zaman grafiğinde uygulanmasıdır. Bir insan çiftliği kurulması mümkün müdür? Rahim yerine makineler ortamında insan embriyolarının üretilmesi mümkün müdür? Yapay zeka insan hüviyetine bürünebilir mi? Bu soruların cevapları insan eliyle ortaya çıkarıldığında evrimleşme ispat edilme yükümlülüğüne ulaşmış ifa etmiş olacak mıdır?

 

 

Evrimleşme kaygıları insan aklını ilgilendiren yönüyle sadece hayvandan türeyen bir insan modeli olup olmadığı sorunu değildir.

Evrimleşme daha ziyade felsefi bir kaygının cevabını vermeye yöneliktir. Bilinmeyenin bilinmesi ve elde olmayan önceliklerin tespit edilmesidir. Güçsüzlüğün ve sınırlanmışlığın verdiği ivme ile var oluşun nedenselliklerinin ortaya konulmasıdır. Yönetilmenin ve ölümün aynı kefeye konulmasıdır. Yönetmenin ve ebedi yaşamın koşullarının tespit edilmesidir.

 

 

Belli ki sorunun tekrar ele alınması gereklidir;

 

Başlangıç nedir?

 

Madde midir? Nasıl ortaya çıkmıştır? İnsan nedir? nasıl ortaya çıkmıştır? madde ilahi egemen bir güç olmadan yokluktan mı evrimleşmiştir? madde ilahi bir güç olmadan yine maddeden mi evrimleşmiştir?

 

 

Bilinç nedir?

 

Sonradan mı ortaya çıkmıştır? Madde ve düşünce birbirinden bağımsız mıdır? Birbirlerine dokundukları yerler nerelerdir? Birbirlerine dokunmadan bir birlerini seyir mi etmektedirler?

 

Dönüşüm nedir?

 

Evrimleşmek dönüşmek midir? Bilinçlenen madde evrimleşmiş midir?

Madde mi bilince kavuşmuştur yoksa bilinç mi maddeye evrimleşmiştir?

İlahi gücün maddeyle olan ilişkisi nedir? İlahi gücün var olmakla ilgili madde hassasiyeti var mıdır? İlahi güce nispetle madde var mıdır?

 

Hayal nedir?

 

Madde insanın duyularında ve düşüncelerinde sabit bir hayal midir? Madde ilahi bakışın gizemi midir; onda hareketsiz ve durağan bir hayal midir? Maddi evren hayal kuran ilahi ruhaniyetin eseri midir?

 

 

Son nedir?

 

Maddenin başka bir maddeye evrimi midir? Maddi yok oluş mudur? Hayatın bir başka bedene aktarılışı mıdır? Hayatın bir başka boyuta aktarılışı mıdır? Hayatın kayıp oluşu mudur?

0541 380 72 32